Yaşamı onaylayan bir otoportre: Agnès’in Sahilleri
Gizem Üstündağ
Agnès Varda, hem yönetmenlik kariyeri boyunca hem de yapıtları ve enstalasyonlarıyla Fransız sinemasının ve sanat dünyasının nadide isimlerinden biri oldu. Yenilikçi ve deneysel yaklaşımıyla tanınan Varda, kendine özgü üslubu ve feminist bakış açısıyla Fransız sanatının gelişimine katkıda bulundu. Fransız Yeni Dalga akımının en değerli isimlerinden biri olan Varda, bu akımın öncülerinden biri olarak bir sanat devriminin modülü olmuştur.
Agnès Varda, kariyerine fotoğrafçı olarak başladı ve hayatı boyunca fotoğraf çekmeye devam etti. Fotoğraf tutkusu ve yeteneği sinemaya geçişine de yansıdı. Fotoğraf ve sinema arasındaki etkileşim, Varda’nın işlerinde değişmez bir tema olmuştur. İlk filmi “La Pointe Courte”ta (1954), olağanüstü bir siyah-beyaz sinematografi yaratmak için fotoğraf becerilerini kullandı. Bu film, Fransız Yeni Dalga sinemasının ilk filmlerinden biri olarak kabul edilir. İkinci uzun metraj filmi “Cleo 5’ten 7’ye” (1962), Varda’nın sinematografik anlatım tarzında daha da radikal bir adım attığı önemli bir filmdi. Bu film, o dönemde Fransız Yeni Dalgası olarak bilinen sinema akımından etkilenmiştir. Alain Resnais, Chris Marker ve Jean-Luc Godard gibi büyük yönetmenlerle çalıştı. 1962 yılından vefat ettiği 1990 yılına kadar eşi olan Jacques Demy de bu isimler arasında yer aldı. Agnès Varda genellikle Yeni Dalga’nın “annesi” veya “büyükannesi” olarak anılırken, dönemin “kız kardeşi” daha doğru bir tanımdır. Çünkü Varda bu parlak yönetmenler grubunun tek kadın yönetmeniydi ve aynı zamanda bir feministti.
“Agnès Sahilleri”, Agnès Varda’nın kendi hayatını anlatan yaşamı onaylayan bir otoportresidir. Varda’nın anılarını ve deneyimlerini yansıtıyor, sinemasal bakış açısını ve sanatsal tarzını ortaya koyuyor. Sinema, derin bir melankoliye ve geçiciliğe sahip olmasına rağmen aynı zamanda hatırlanan ve alaycı bir biçimde yeniden canlandırılan bir hayatı kutlar. Varda geçmişe dönüp anılarına ve hayatına dokunarak kendi faniliğini ve zamanın geçişini kabul ediyor. Bunu yaparken hayatın zevklerine, anıların gücüne ve insani bağların derinliğine vurgu yapıyor.
Varda ana tema olarak hafızayı kullanır. Sahil sahneleri ile orta an geçişini yaratıyor ve geriye doğru yürüme hareketini esprili bir biçimde kullanıyor. Kendi yaratıcı sürecini ve anılarını canlandırma fikrini benimseyen Varda, bir tür ‘ikinci çocukluk’ olarak tanımladığı deneyiminden özgürce keyif alıyor. İkinci çocukluk, ilk deneyimin gölgesinde haykırır. Zamanın acımasız geçişi silinmez anılara boyun eğse de, Varda’nın garip tablolarla dalga geçmesi sorumsuzca gidiyor: örneğin Paris caddesindeki Ciné-Tamaris ofisi ile alay etmek veya Venedik Bienali’nde patates gibi konuşmak. Bu sayede Varda kendini özgürce ifade edebilmekte ve sanatsal yaratıcılığını kaybetme korkusu olmadan özgürce kullanabilmektedir.
Agnès Varda kendini gizler ve dünyasını gözler önüne serer ki saklamaya çalışırken an be an yakalanır. Bu özellik, Jacques Demy ile olan ilişkisinden bahsettiğinde özellikle belirginleşiyor. Jacques Demy’nin ölümü asla iyileşmeyecek bir yaranın varlığını selamlıyor. Varda onu yaşatmaya çalışırken, yokluk sürekli büyüyen bir boşluk gibi çevresini sarar. Théâtre National Populaire’deki arkadaşlarının fotoğraflarına baktığında artık kendini yaşlı bir kadın olarak tanımlıyor ve gördüğü insanların artık dünyada olmadığının bilinciyle yaşama eyleminin zorunlu ilerleyişine adeta gönül veriyor. . Daha sonra Varda, Demy’nin mezarına sembolik ve neredeyse gülünç bir jest yaparak gerçek yasın teatral bir temsiline işaret eder. Bu sahnelerde Varda, duygusal deneyimlerini sahneleyerek gerçek acının varlığını gözler önüne seriyor.
Filmde Varda’nın Jacques Demy’ye mesafeli yaklaşması dikkat çekici bir detay. Demy film boyunca sevilen biri olarak gösterilse de Varda tarafından korunan bir mahremiyeti vardır. Varda, Demy’nin örneğin AIDS’ten öldüğünü belirtiyor ancak özel hayatına saygı göstererek onun hakkında ayrıntılara girmiyor.
Aynalarla başlayan açılış sekansından balinanın karnına, sokaktaki kumsala ve trapezcilere kadar pek çok harika sahnenin gösterildiği film, Varda’nın arkadaşlarının 80. yaş günü sürpriziyle son buluyor. Daha sonra Varda kamerayı kendisine çeviriyor. Yalnız mı yoksa kamerayı başka biri mi kullanıyor kesin olarak bilmiyoruz. Tek bildiğimiz, yaşam denen bu mücadeledeki çaresiz kadim savaşçının Agnès Varda olduğu.
“Agnès Sahilleri” ile Varda yoğunluk, çelişki ve provokasyon dolu bir yapıt sunuyor. Varda sinemada hem göstermek istediklerini hem de saklamak istediklerini birebir doğrulukla yansıtmalarına olanak sağlıyor, tıpkı kumların üzerinde dengeleyip diktikleri aynaların denizin sürekli değişen yüzünü yansıtması gibi. Yansımalar bize yeniden kendimizi hatırlatıyor ve onun aşkın dünyasında, dengeli aynaların karşısında sürekli değişen şeyin yankısı, Agnès’e asla unutturmuyor…